22 Ağustos 2017 Salı

Babaya gayritabii ziyaret

Camın dışarısını seyre dalmıştım. Etrafı izlememe rağmen zihnimde dönen bir çok düşünce vardı, bundan dolayı gördüklerimle değil düşlerimle ilgileniyordum, otobüsteki kadının anonsuyla irkildim. Yolculuğun bitmek üzere olduğunu söylüyordu. 5-6 aydır görmediğim bir şehir, ve normal bir baba-kız ilişkisine göre uzun zamandır görmediğim bir insanı, yani babamı göreceğim için heyecanlıydım. Uzun zaman önce annemle ayrılmışlardı, eksikliğini şimdilerde hissettiğim bu adamla nasıl bir bağ kurabilirim diye düşünüyordum. Bayramda seyranda evine gider, bir kaç gün kalırdım. Yine bir bayramda gidiyordum, fakat aynı dönüşü istemediğime emindim. Kendimi bildim bileli onunla sıkı bir ilişkimiz olmamıştı. O, baba olarak vazifelerini yerine getirirdi ve ben de evlat olarak sorumluluklarımı üstlenmek dışında bir şey yapmazdım. Bu ziyaretim, bir sorumluluğum olduğundan dolayı değildi. Bu ziyaretim, onunla arkadaş olmak istememden kaynaklanıyordu. Zihnim, olayları tekerrür ederken bir yandan toparlanıyordum. Eşyalarımı aldıktan sonra otobüsten indim.

Hafif karanlık olan gökyüzünün, ve tenime serin izler bırakan rüzgarların bana vermiş olduğu sebepsiz buruklukla tanımadığım simâların içinde yürüyordum. Elimde tekerlekleri eskimiş koca bir valizle ilerlerken nihayetinde istediğim kişiyi gördüm. Saçları biraz uzamış, keza sakalları da öyle. Bıyıklarında uzun, ince parmaklarıyla sardığı sigaranın vermiş olduğu sarımtraklık mevcut. Bir kelime etmeme fırsat olmadan kollarının arasında buldum kendimi, sırtımı sıvazlayarak sarılırken tebessümünü ses tonundan hissedebiliyordum. Uzatarak söylüyordu kelimeleri, yoğun duygu ile yoğun bir şekilde yaşayarak.

"Kızım... Hoş geldin evladım."

Titreyen dudaklarımla nazik bir tebessüm edip "Hoş buldum baba, hoş buldum." dedim. Başka bir şey söylemek gelmedi o an içimden, gereksiz bir nezaketle konuşmak istemedim.

Eve vardık, her geldiğimde aynı olan bu evi her geldiğimden daha fazla gözlemledim bu kez. Odasındaki elektrikli ısıtıcısının yanındaki kağıtlara baktım. Şiir yazmayı severdi babam. Mavi tükenmez kalemle, alelacele yazıldığı bariz olan satırlara göz gezdirirken yıpranmış ama heves dolu sesiyle irkilip kafamı kaldırdım.

"Karnın aç mı? Çok güzel tavuk taşlık var."
"Biraz açım, yiyebilirim aslında."

Tavuk taşlık dediği yemeğin tam olarak ne olduğunu düşünürken bir yandan da örtüyü halıya serip yere iki tane minder koydum. Isıtıcının önüne oturdum, ve yemeği getirmesini bekledim.

Yemek yerken ona kağıttaki satırları niye o kadar aceleyle yazdığını sordum bir anda. Aceleyle yazmıştı çünkü, babamın yazısı öyle değildi ki, daha düzgündü. O satırlar ise acelenin verdiği gerginlik ve titreklikle özensiz yazılmış kelimelerle bezenmişti.  Belli ki o esnada, yazacaklarını unutmak istemediğinden dolayı, aceleyle titrek bir şekilde yazmıştı. İlham mı almıştı acaba? Nasıl olurdu ki? Böylesine yalnız olan, böylesine yalın yaşayan ve evinin duvarları bile çıplak olan bir adama ilham veren neydi?

Ben zihnimde bunları tartışırken, çehresindeki ifadenin değiştiğini de görüyordum elbet. Fakat bir şey söylemedi. Ben de ısrar etmedim, yüz çizgilerinden gözlerindeki ifadeye kadar ilmik ilmik tanıdığım bu adamın o anki değişimi beni tatmin etmişti, fazlasını merak etmedim ve sormadım.

Onunla o akşam sohbet etmeye kararlıydım. Aslında cevabını bildiğim soruları çocuksu bir merakla soruyordum. Hem onun bilgilerini denetlerken, hem de aramızdaki bağı güçlendirmeye çalışıyordum. Bana cevap verdiğinde olayları kolay kavradığımı düşünüyordu, halbuki uzun zamandır bildiğim şeylerdi mevzu bahis olanlar. Benimle gurur duyduğunu söyledi, bir anda söyledi bunu. Şaşırdım, hoşuma gitmedi değil. Babam benimle gurur duymamıştı, bunu hiç hatırlamıyordum. Ah! Şuna bakın ki babam benim bilgimden habersiz, ben de onun düşünceleri ve duygularından mahrumdum.

Vakit geç olmaya başlayınca mutfaktaki işlerini halletmeye koyuldu. Musluk sesini duyuyordum, bulaşık yıkayacaktı belli ki. Gözlerime çarpan fakat okuyamadığım satırları hâlâ merak ediyordum. İnsanlara gösterdiği şiirleri bana lazım değildi. Ben, onun içindekini, bizatihi onun ruhunu istiyordum. Kimseye gösteremediği yüzünü merak ediyor, söyleyemediği şeyleri kağıtlara bakarak işitmeye çalışıyordum. Ben, onun kızı olarak onun ruhunu çözmeye çalışıyordum.

Kağıtları gerginlikle elime aldım ve karıştırmaya başladım. Gayrimeşru bir eylem değildi halbuki yaptığım, muzip bir çocuğun merakından doğma tatlı bir hevesti. Kısa bir süre sonra yanıma geleceği için sadece başlıklara bakıyordum, eğer çok dikkatimi çekerse ilk kıtasını okuyor ve onunla yetiniyordum. Babamın şiirleri ya mezar taşına, ya çiçekçi bir kadına yazılmış şiirlerdi. Hatta, hatta sokak lambasına bile şiir yazmıştı. O kimseyle paylaşmadığı müsveddeleri, bana onu tamamıyla anlatmaya yetmişti. Babam kağıtlara bile duygularını ham olarak dökemiyordu. O; yaşlı adam, iki evlat babası, devlet memuru kalıbına kendisini o kadar fazla bağlamıştı ki, duygularını söylese mahcup olacak gibiydi. Halbuki babamın duyguları, o esnada benim için hazine niteliğindeydi. Kağıtlara baktığımda bile göremediğim hisleri ve duygularını, belli ki satır aralarına gizlemişti. Bu beni mutlu ediyordu. Çünkü babam hissediyordu. Olumlu ya da olumsuz farketmez, babam hakikaten hissediyordu. Satır aralarına gizlediği duygularını daha fazla irdelemedim. Benim yanılgım, babamın körelmiş olduğunu düşünmemdi. Sokak lambasına, mezar taşına ve çiçekçi bir kadına şiir yazan adam benim babamdı. Çıplak duvarlara sahip olan ufak bir evi, ve tek odayı ısıtan iki gözlü bir ısıtıcısı dışında pek varlığı yoktu. Fakat babam, sokaktaki alelade varlıkları betimleyecek ve hissedecek kadar duyarlıydı. Onun bir yandan bastırılan, ama yine hapsedilemeyen duyguları vardı.

O zamandan itibaren, irdelememeye özen gösterdim. Gördüğümle, duyduğumla, yaşadığımla yetinmeye gayret etmeye karar verdim. İstemediklerimi görmedim, istemediklerini görmesine müsaade etmedim. Hır gür yerini sohbete bıraktı, babam bir müddet sonra tanıdığım oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder