2 Şubat 2024 Cuma

babamın kendine seyri ve sorgularım

Bir yığın kare

Bir sürü yaşlı kağıt

Şöyle bir göz gezdirme anılar üzerine

An geçtiğinde ı harfini alıyor

Anlar geçiyor ve anılardan başka kalmıyor mana

60 yaşında bir adamın 60 yaşında olduğunu hatırlamak için ne güzel vesileler onlar

Zıpır bir çocuk, bir erkek kardeş ve bir ağabey, şiir okumayı seven bir genç, elleri güzel bir adam, sevilen bir öğretmen, bir süre sonra baba... Meğer ne çok yaşamış.

Farklı farklı mekanlar, eğlenceler, tüm hisleri orada

Saatini göstermek isterken ne masum çıkmış, masumane gösterişlerin hepsi orada

Çevresinde görmediğim suretler ve dinliyorum kimisi Adapazarı'nda, kimisi Muğla'da, kimisi toprak altında imiş

Kimisi mertmiş, kimisi iyi yürekliymiş. Kimisinden de bir cacık olmazmış

Meğer ne çok insanla tanışmış babam, bir hayatı olduğunu farketmek ne muhteşem

Annesinin fotoğrafına baktığında içi sızlar ve hatırlarım ki ruh her zaman aynı yaşta

Gözleri dolduğunda onun özlemini severim

Ve o gözler dolunca yatıştıracak şekilde aceleyle diğer fotoğrafa geçmek ister, içimi böyle acıtan ve beni bu kadar sevindiren ivedilik mi var? 

Albüm kapakları kapandı, derin bir nefes alıp sırtını yasladı koltuğa. 

Sanki 1000 basamaklı bir merdivenden çıkmış ve yorulmuşcasına yüzüme baktı

Kendini yaşlanmış hissedip hissetmediğini sormuştum ona

Fotoğraflara baktıktan sonra yaşlandığını farkettiğini söyledi

Haksız değildi, basamaklara bir bir bakınca merdiveni daha net gördü

peyami safanın abdullah cevdetten hediye gelen kitapta altını çizdigi satırlar

"Oh! Ne esrar! Ne esrar! Göz! Bütün kainat ondadır, çünkü her şeyi görür ve kendisine aksettirir. Kainatı, eşyayı, varlıkları, ormanları ve okyanusları, hayvanları ve insanları, gün batımını, yıldızları, sanatları, her şeyi, her şeyi içine alır; görür, her şeyi görür, toplar ve götürür ve onda başka bir şey daha vardır. Ruh vardır, düşünen insan, seven insan, gülen insan, ıstırap çeken insan vardır. Oh! Kadınların mavi gözlerine, deniz gibi derin, gök gibi değişik, tatlı, çok tatlı, sabah rüzgarları kadar tatlı, musiki kadar tatlı ve şafak gözlerine bakınız. O kadar şeffaf ki, arkalarında ruh görünür, onlara renk veren, onları canlandıran ve tanrılaştıran ruh görünür.

Göz! Düşününüz, göz! Düşünceyi beslemek için hayatın bütün görünen taraflarını içer. Dünyayı, rengi, hareketi, kitapları, tabloları, güzel ve çirkin her şeyi içer ve onları fikirler haline getirir. Ve göz bize baktığı zaman, bu dünyadan olmayan bir saadet hissi verir. Ebediyen bilmeye mahkum olduğumuz şeyleri bize sezdirir. "


meral ablanın dokunurken incindigim acısı

Birkaç gün gördüğüm ve yalnızca tebessümleştiğim çehre.

Tanıdık ile yabancı arasında, arafta bir surat ve bazı şeyler hakkında müşterek olduğumuz hissini veren bir yüz

Simasında o tebessümün aksi duygularda kerelerce yoğurulduğunu ele veren derin çizgiler, canım saçlarında serpim serpim kırlar, omuzlarında öyle bir yük ki; sanki bu yük göremediğim bir nesneye dönüşmüş ve daima onunla, çünkü daima hafif eğik yürür.

Birkaç hafta geçer birkaç günle beraber, rastlantılar çoğu kez hayıra vesiledir. Vesilelerle sohbet ederiz ve tanışırız Meral ablayla.

Dersleri sorar, hal hatır sorar, öyle bir derinden bakar, giderken ya saçlarımı ya sırtımı okşar, sonra o bina kapısını açar, yukarı çıkar.

Günler geçer haftalarla beraber, o yine arka sokaktan çıkar, selamlar, güneşli kızıl bir akşam o bir başka acı bakar.

Konuşuruz laf lafı açar

Bahsi aileden açar, kıymetten açar, ukteden açar

Sonra azıcık sıyırır kolunu, bir isim açar

Umay, adı Umay

O ufacık ekranda yüreğini dağlayan ay yüzü açar. Adı Umay. Gencecik, pırıl pırıl bakışları var.

"O gittikten sonra 'yaşıyor musun?' deseler, yanıtı yok" der Meral abla, ana kız içime kor atar

Dudaklardan çıkan kelimeler bu anda gözleri doldurur bilirim, gözlerim oradan oraya kaçar.

Haykırmaktan yorgun düşmüş puslu sesiyle öğüt verir, yol açar.

Gitmeden önce sırtımı sıvazlar, o bina kapısını açar, yukarı çıkar.

Meral abla kimi zaman muayene olmaya, kimi zaman dolaşmaya çıkar. Hakikati bir an olsun hatırlamamak için dolu dolu gülümserim, sarılmaya yeltendiğim an kucak açar.

Ardından beni uzunca düşündüren bu kadın, yine o bina kapısını açar ve yukarı çıkar

190119

yakın ilismek ve sancıları

Adımımın yöneldiği her yerde bir sığıntı gibiyim 

Sahillerde, yatlarının güvertesindeki bira göbeklilere külfet gelir yüküm

Ne şarkılar düşüncelerin derinliklerinde boğulurken geçmiş gitmiş, heyhat!

 Ayık ol kızım, çünkü sarhoşların sinyalleri halen açık halbuki senin promilin sıfır

Adımımın yöneldiği her yerde bir beklenti var 

E ekmek yok, dükkanlar müşteri çekmek zorunda malum

Kalmış şurada para kazanılabilecek bir ay

Ne sokaklardan geçtim, şık giyimli host baylar bu özensiz ve kayıp kızın 

yani benim

İçeriye giremeyeceğini tahmin edebilecek olmalarına karşın gülümseyerek suratsız suratımla alay eder gibi seslendi "buyrun efendim, iyi akşamlar efendim"

Göz kapaklarım kaldırım çizgilerinde, kaldır gözlerini kızım! Kaldır ve gülümse, çünkü derdin de dert mi bu dört yanı sefalet, dört yanı riya olan cihanda

Nitekim buldum bir köşe, kambur biçimde oturdum

Sigaralar ahbap olmuş biri diğerini yakar

Birkaç gün evvel mereti azaltayım diyordum halbuki

Dönüp dönüp geldiğim başlangıçlarda, kısır döngülerdeyim 

Kabullenemediğim hakikatteyim, kendimi muhafaza etmek mecburiyetindeyim

Akıl almaz iş

"Kendini muhafaza etme kaygısı güdeceğin insan nasıl canın olacak?" demeyeceksin işte

Çiğ süt emmiş insanoğlu

Nezaket yürek ister

Sonra

Yutkunmak, bir mercekle derinlemesine göz gezdirmek, kendine başkalaşmak, kızmak, terbiye etmek yürek ister

 köpekleşmek yürek ister, özenli olmak, canını can yapmak yürek ister

teslim olmak, hem de bile isteye

yani seni kimse buna zorlamamışken, 

elli çatallı bir patikadayken henüz muammaların kuyusuna inmek yürek ister

vereyim itibara dair ne varsa, vereyim ceket iliklemeleri, vereyim tüm müsabakaları, iltifatları

tüm zaferleri bölüşün aranızda

yalnız, bana aşklarım kalsın

210920

dostuma bir sitem ve açıklama

Acıyı erteleyişinin sebebine kavuş. Kötü olarak tanımladığın, kötü nitelendirildiğine inandığın, kendine atfettiğin bu ulviliğin ve keskinliğin altında ezdikçe kendinden uzaklaştırdığını zannettiğin o kişi kim? Kendini bu kadar önemsemenin senin hakikaten önemli olan yanlarını gölgesinde bıraktığının idrakinde değilsin. Tüm dünyaya karşı geliştirdiğin bu savunma mekanizmasının seni keskinleştirdikçe bir o kadar kırılganlaştırdığından bihaber, güzergahını uzatabildiğince uzatıyorsun ancak yakıtın bitebilir, ayakların yorulabilir. Pekala, söyle bana, o zaman bu ihtişamlı, bu bükülmez, bu çelikten ve binbir incelikle inşaa edilmiş gururun; kendine duyduğun şefkatle de aynı şiddetle güreşebilecek mi? Bu güzergahı uzattığından söz ettim. Seni seyrediyorum. Seni seyrediyorum çünkü omuzlarından tutup senin sevmediğin; belki iğreti bulduğun o yola, yani senin asıl yoluna sevk etmeye yönelik tüm girişimlerimde bu seyahati kabullenmek noktasında bir dağ keçisinden daha koyu bir inatla, bir direnişçiden daha keskin bir asilikle, ağlayarak bağıran bir çocuğun ısrarından daha yoğun bir ısrarla beni uzaklaştırdın. Temaslarımın şiddetini dahil senin değişken mizacına göre ayarlarken, ve sana olan tüm tesellilerimin ve hatırlatmaların hakikatten şaşmaması yönünde yoğun bir çaba harcarken bir noktada buna ufak da olsa bir dönüt alamamak, ve seni inatla kollarından sallamaya çalışırken bir yandan seninle yürümeye devam etmek bana enerji ve zaman açısından son derece verimsiz, zarara uğratan, tahrip eden bir bahçenin içerisine girdiğimi -hissettirmek değil- gösterdi. Biliyorum, bu noktada yine ızdırap verici olan hakikati seçmeyeceksin. Seni daha da bileyen  ithamların senin yoldaşın olacak. Ancak bu noktada bana asgari bir anlayışla yaklaşmak durumundasın, benim korumak durumunda olduğum bir egom var. Takdir edersin ki egomu -zaten sınırlarım içerisine rızamla almış olduğum her canlıdan- korumak adına verdiğim tüm savaşları anlamsız bulduğum için, kimi zaman bu mağlubiyeti çok kez kendi ellerimle sundum. Çünkü ben de gayri ihtiyari biçimde, ara ara hakikatimi hatırlamama rağmen onu ellerimle savuşturdum ve olmak istemediğimden kaçtığım için bir noktada olmam gerekenden ve kendimden kaçtım. Senin saptığın bu sokakta, artık seni savurmayışım, sarsmayışım ve hatta seslenmeyişim benim kendi yolumu kabullenmem noktasında bir eşik oldu. İsterdim ki bu eşiği hayatımdaki bambaşka bir noktada geçmiş olayım ve seninle olan tüm mevzularım bunun peşinden, bir devamı olarak gelsin. Hem, o zaman beni itham ederken bir noktada sana nedenlerimi sunacak delillerim daha görülebilir olurdu. 

Bana diyeceksin ki, devam etmemene karşın neden beni seyrediyorsun? İşte, bu şu anlık benim durağım. Ancak bu noktadan biraz uzaklaştığımda bu detayları görebilir ve anlamlandırabilirim. Bunun için katetmem gereken bir mesafe var. Ve ben sabırla bekliyorum. 

211022

19 Ekim 2018 Cuma

Azgın yelkovan, sinsi akrep, göz açıp kapayıncaya geçen zaman

An kaçıyor
Yakalamak namümkün. Tadını alamadan, mazi ve akıbet ile olan münasebetinden doğan senfoniyi dinleyemeden, hele bir soluklanıp dinlenemeden an kaçıyor.
Yelkovanlar yuvarlağın çevresindeki ufak çentiklerde koşturup, akrebi süratle kovalıyor.
Dur durak bilmeden, azgın ve atik biçimde ilerliyor.
Akrep; pek ürkütmeden, yuvarlağın çevresindeki rakamlara uğruyor. İki çay içip sohbet etmelik, hasta ziyaretine gitmelik, kaçırılan otobüsün sonraki seferini beklemelik bir vade dolduğunda sessizce kalkıyor. Çaylar bitince, “nasılsın” sorusu “daha daha” diyerek pekiştirilince, ziyareti kısa olan hastanın göz kapakları düşünce, otobüs gelince, e yelkovan da hayli kudurunca akrep usulca bir diğerine yol alıyor.
Küçük kutunun içinde vaziyet bu amma, o esnada
bebeler boy
hapisler volta
aşıklar kavuşmaya can atıyor
Kimine tez kimine uyuşuk davranıyor zaman. Sayınca çabuk geçermiş ya, bekleyen mahsustan sayıyor.
Benim anamın babamın alnına kırık taç, başına kırlar düşüyor. Yelkovan azdıkça, akrep uydukça, takvimden yaprak düştükçe yaşlanıyor benim anam babam.
Zaman daralıyor, ana yetişmesi mümkün olmadığından beynim geleceği kovalıyor.. İçimde ukde kalmaması için, “canım” diyerek, bastırarak sarmalayıp gözlerimi yumuyorum. Yetişemediğim andan kaçmak için, gözlerimi yumuyorum. Yoğunluk olunca doyumsuzluğum gidecekmiş gibi bir hissi sabitim var, boğuşsam da atamıyorum
Fotoğraflar yâdımı tatlandırıyor, doyamadığımı koklatıyor, vermese de gösteriyor. Avutuyor beni fotoğraflar.
Beni kağıdın pürüzsüzlüğünden, çeşitli renklerden koparıp ayrı bir muhteva alemine savuruyor.
Bana maddeyi, bana kendimi unutturuyor
Beni iştahım
         veda
         ölüm
         hele o azgın yelkovan, en çok o, en çok o korkutuyor
An kaçıyor

14 Temmuz 2018 Cumartesi

Anneye

Bir beben var daha iki yaşında
Bir tane daha nasıl gelsin bakamazsın hayatta
Dokuz ay rahimde ömür boyu solukta
Tükenmek bilmeyen sancıyım sana ben

Bir ihtimal sendelesem altıma taş oldun
Bin bilsem de bir danıştığım baş oldun
Zıkkımla dolu dünyamda doyulmayan aş oldun
Kendimi bildim bileli aşığım sana ben

Kahırlı zamanlar yavaş ilerleyen bir sayaçtı
Gözlerinden öfke fışkıranlar bu devirde sataştı
Sırtımda şefkatle bir senin elin dolaştı
Çok dirayetli kadınsın, şahidim sana ben

Sormam mı sandın bu gücün kaynağını
Masal diye dinlemedim ya tüm hatıralarını
Daha sübyanken inşa etmişsin hayatını
Bağımsızsın, bundan da hayranım sana ben

Anladım işte tedirginsin ve ben istikrarsızım
Bazı konularda doyumsuzum hakikaten arsızım
Gelen nasihatlere bir sağırdan farksızım
Ama geçti artık, neden zanlıyım sende ben

Yoruldum diyorsun cebelleşmeye açıksın
Bazı zaman akıllı bazı zaman kaçıksın
Çözünce yapımı damarımı kesen bıçaksın
Değiştin mi anlamadım, şaşkınım sana ben

Çatık kaşların manalı gözlerini kapattı
Gittikçe gerilen sesin ruhumu daralttı
Bugünkü körlüğün içimi kararttı
Bilemezsin, nasıl kızgınım sana ben

İster söv, ister sev, ister savur at beni
Bırakmak istesem de bırakamam o eli
Yüzüme yüzüme vursa da kırbacının yeli
Balta vursan kesilmez, bağlıyım sana ben