29 Mayıs 2018 Salı

Yumurta tavuktan tavuk yumurtadan çıkar

30518
İnsanoğlu karmaşıktır çünkü ruhtur, şuurdur
İnsanoğlu basittir çünkü ilkeldir, hamdır

Pek çok kez karşılaştım kimliklerini ayıranlara. Düşüncem o ki çoğu gürültü bundan ötürü.
Bizi olduğumuzdan daha komplike tasavvur edenlere de, bir takım prensiplerle sınırlandıranlara da tam olarak hak veremem. İkisinden birisi şahsımca tam izah değildir.
Var olandan daha karmaşık halde tasavvur edenler unuturlar ki hayvanlara has tabii sevklerimiz, ihtiyaçlarımız, gayri ihtiyari reaksiyonlar veren çeşitli mekanizmalarımız vardır. İnsanoğlunu insiyakından soyutlamak esasları yok etmektir. Esas olmadan izah olamayacağı için bu canlıyı zihinde anlaşılabilir hale getiremezler. Yine bu soyutlamadan ötürü, indeterminist bir yapı ile düşünüp, bugünkü dünya tefekkürü içerisinde sistemleşen ahlaki olgulara zıt durumları kavrayamaz, müsamaha gösteremezler.
Keza insanoğlunu belli prensiplere hapsedenlerin yanılgıları da, tek esasın insiyak olduğunu düşünmelerinden ileri gelir.
İnsan şuurunu ve ruhunu yok sayanlar da, zihinlerindeki temellere menfi olarak ortaya çıkan olaylara karşılaşınca pek farklı bir sonuca varmayacaktır.

Bir aslanın beslenmesi ve bir insanın ziyafeti belli bir yere kadar aynı kefe içerisindedir. Aslan geyik etini ne kadar iştahla çiğnerse çiğnesin, yalnızca karnını doyurur. Bu sebeple menüsü kısıtlı, yaşantısı sadedir. Onun başlangıç çorbası, ara sıcağı, tatlısı, kahvesi ya da çeşitli ikramları yoktur. İnsan öyle midir? Asgari şartlarda o da pek ala bir geyik dişleyebilir. Ancak bu durumlar haricinde insan, yalnız karnını değil ruhunu da doyurur. Donatılan tüm sofralar, ortaya çıkan ve gün geçtikçe gelişen her ilim dalı, sanat ve tüm gösterişler işte bunun şerefinedir.

Seyir 1

Görünmez vaziyette etrafı gözledim
Bir makine yığınının içerisinde iken
dışarıyla aramda yalnızca kırılgan, siyah bir perde
Gökyüzü, kayan bulutların ahengi mest olmama yetti, hissettim
Milyar yıldır milyarlarca canlıyı bünyesinde gözeten, ışıtan, eriten, doğuran ve öldüren güneş
Ne çok lüfuf var, ne çok kahır
Kulağımdaki ezgilerin bana yabancı kelimelerle dans edişiyle geçtim kendimden
Gözlerim tepelerden, topuklara kaydı
Aşağılara baktım ve seyrettim yığınları
En yavaş yürüyenler hep gözüme ilişti, istedim sırtlarından iteklemeyi
Acele edin, ne bu uyuşukluk? Canlanın yahu, silkelenin!
Bir adam takıldı gözlerime ve zihnim halen onunla
Boğazına geçirdikleri plastik edevat zincirim oldu, boğazlandım
Topallayarak yürürdü, yüzündeki keder her zerreme bilmem kaç iğne sapladı
Bu acı ne, bu ne acı!
Bu kez sırtından iteklemek değil, bağırmak istedim yüzüne yüzüne
Ellerindekilerin kimse için değeri yok, hele otur şuraya soluklan
Soluklan ve su iç hele!
Yüzüne bakmaya dahi cesaret edemeyen, kendinden kaçan ve yalnız onun yanında hızlanan yığın
Farklı biçimlerde, farklı cinslerde, hepsi başka başka ve onları ortak paydada tutan şey şimdilik sadece bu
Arada üzerine konan bakışlara alışık ki daha fazlasını beklercesine haykırıyor gözleri
Canım adam
Makine yığını durmuyor, geçiyorum buradan
Zihnimdesin, zihnimdesin, zihnimdesin

Çatışmalarım

Saçlarımı hep yamuk kestim
Uzun zamandır karşılaşmamıştık.
İşte, tam buradayım ve karşımdaki aynadan seyredurdum tüm suretleri
Şefkatle, arzuyla, öfkeyle, sevgiyle ve tiksintiyle bakan tüm gözlerle bakışıyorum
Tüm bakışlar benim!
Kafamdaki tüm bu uğultular, vesveseler ve melodiler... Hepsi benim
Benim ve bedenimde bir kangren
Eşyalaştırmadan sahiplendiklerim, eşyalaşmadan gittiklerim, yan cebime koyduklarım ve koca saham
Sığlaşmanın azabıyla çok kavruldu tenim
Arsız bir arı gibi ondan ona kondu beynim
Niteliklere dair hayali bir çizgi çektim
Ölçüm ve yerim muamma, bilmiyorum nerede ve neyim
Ne hislerden arındım, ne akıldan çıktım
Ne bir planım var, ne de doğaçlama yaşadım
Şükür eksilmiyor dilimden ancak yok biçilmiş bir tanrım
Aidiyet değil kuşkudur öğreten
 bu sebeple taraftan ırak araftayım
Zıtların birliğidir gördüğüm ve deneyimdir isteğim
Kadın ve erkek
Dert ve deva
Maddi ve manevi
Gül ve bülbül
Gözyaşı ve kahkaha
Haz ve acı
Tutarsız ve sorumsuz imalarından kustu kulaklarım
Sosyolojik bağlamdaki doğrularım prangam oldu, fikirlerimse kanatlarım
Uçmamalıyız diye bağırırken ufukta süzülen bir kartalım
Yerin yedi kat altında ve yedi kat üstünde kendimi aradım
Böyle memnun etmedi beni hiçbir kaybım
Hiç sorgulamam mı sanarsın "kendimi ayırır mı, kayırır mıyım?" Körleştirici bir kibir midir yoksa ayrıştıran bir süzgeç midir bendeki?
Olsa ne olmasa ne
Hissediyorum kendimi
Yaşadığımı, etten kemikten olduğumu ve böylesine yaygın, böylesine hakim olduğumu
Yaşıyorum, taşıyorum, aşıyorum

Kadir kıymet ne şekilde bilinir?

"Bir daha mı geleceğiz dünyaya?"
Kalıplaşmış manasıyla carpe diem'cilerin ağzına pelesenk olmuş bu hatırlatma, okunurken ses tonundaki ufak bir değişimle felsefenin göreceliliğine kurban gider.

Yönelinecek olan riskli ise, üstelik verim muhtemelliği bedel muhtemelliğine mağlup geliyorsa, hülasa zihinde tasarısı yapılan eylem kar-zarar grafiğiyle desteklenemiyorsa söylenen bu cümle ve bir çift kendinden emin göz; mütereddit bakışlara, puslu ses tonuna şifa gibi gelir. Verdiği müthiş cesaret insanın omuzlarından vazife bildiklerinin yükünü kaldırır, ona bir kuş hafifliği bahşeder.

Aklın köşeye sıkıştığı anlarda hamlığımızın birden bire, üstelik hiçbir elekten geçmeden bizi ele geçirmesi olağandır. İşte tam bu anda çekinceler yerine iştiyakı buyur eder. -Şahsi gururunu muhafaza etmeye sözlü aşıklar bu bahise yabancı değildir- Öyle ki bu iştiyak doğmadan evvel, yani ufacık bir çekirdekken dahi kararsızlığı, o münasip anı kollar.
İştiyakın anası kararsızlık, gıdası geçen zaman; ismi ise ya pişmanlık, ya ukde, ya da tecrübedir