Milenyum Haziran'ı, yirmi üç, saat dokuz
Cuma'da çift bayramın, biri sendin güzelim.
Dokuz ay gerilen yaydan hedefe değen okuz,
Üç kalp çarpan ocağa, taze şendin güzelim.
Bir isim arar olduk, anar ata yâdını,
Müsemma olur umduk, Asya koyduk adını,
Müjdeyi alan anam, içti kevser tadını;
Ankara'dan Muğla'ya bir gülşendin güzelim.
Orkunumla yamanken çocukluk rekabeti,
Elbet mağdurdan yana ebeveyn adaleti
Sakal bıyık arası, babanın şikayeti;
Ben ateşi külleyen, sen deşendin güzelim.
Sincaba taş çıkarttın bırakınca ağlağı,
Eve avluya sığmaz velet oldun bayağı,
Dama çıkan keçinin ağaçtadır oğlağı;
Say ki armut ağacıyım, sen düşendin güzelim.
Büyüyüp serpilince, deli sular duruldu.
Çocuksu çehre uçtu, geldi peri kuruldu.
Cemâline gece ay, gündüz güneş vuruldu;
Hem övünç, hem kıvancım, hem neşemdin güzelim.
Tanrım hemhal eylesin, muradına, ahtına
Zinhar gölge düşmeye, duacıyım bahtına,
Yıldırımlar çaktırma, baban şeref tahtına;
Şeytanı def eylersen zoru yendin güzelim.
Hem zorlu sınavımsın, hem de alın yazımsın.
Hasretinle kışımsın, varlığınla yazımsın.
Neşem, efkarım, arım, ciğer pare kızımsın;
Damarda dolaşan kan, gözde nemsin güzelim.
30 Aralık 2017 Cumartesi
Bir Aile Hikayesi
Bir hanımefendinin şu mektubu, Türkiye'de aile ahlâkının aldığı yeni istikametlerden biri üzerinde bizi düşündürecek mahiyettedir.
Mektup sahibi otuz senelik evli bir kadındır. Kocası ilk 15 senede hatırı sayılır Don Juanlıklarla onu üzmüş. Fakat hazımlı zevce bunu izam edip üzerinde durmamış; "Biraz da erkeklerin yaradılışları icabı bir tenevvü hastalığıdır" deyip geçmiş. Geri kalan 15 sene tamamen asûdedir. (veyahut ben öyle sanıyorum, diyor hanımefendi.) 29 yaşında evli bir oğulları, 25 yaşında bir gelinleri, 7 yaşında bir kız torunları varmış.
"Zevcim beyfendinin yaşı da 55'dir. Gerçi bu yaşlarda bile ekseri erkekler ellerine bir fırsat geçti mi istifadeden hiç çekinmezler. Fakat ben benimkinin artık olgunlaştığını, tekâmül ettiğini tevehhüm etmiştim.
Efendim, bizim apartmanın karşısındaki evde bir aile var. 20 yaşında henüz evlenmemiş bir de kızları var. İlk mektep mezunu, gayet basit bir aile. Seviyeleri hakkında pek bir şey yazmayayım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim: Bütün meşgalesi, radyoda alaturka fasıl başlayınca, avaz avaz şarkılar söylemek, oyun havaları da çalınca şıkır şıkır göbek atmak. Güzellik hususunda da orta derece, hatta âmiyane bir güzellik. Bunları kıskançlık hissine kapılıp yazmadığıma emin olunuz.
Bu hanım kız bizim efendiye aşık oluyor. Biz balkonda otururken, pencereye çıkar: 'Ah çok hastayım, geceleri uyuyamıyorum, günde bir dilim ekmeği zor yiyorum' diye sızlanır. Pencerenin önündeki kanepeye düşüp bayılmalar... Meğer bunlar numara imiş, gerçi bu taktiklerin tahtında müstetir bir nüve olduğunu tahmin ediyordum. Herhalde bir gönül meselesi diyordum. Benim elli beşlik hatırıma katiyen gelmiyordu. Bizimkindeki tezahürat ise, kıza acıyormuş gibi. Meğer anlaşmışlar."
Buraya kadar hadise, en adi kalitede çapkınlık hikayelerinden birisi. Kulağına bir şeyler çalınan hanımefendi diyor ki:
"Tabii ki akşam olunca kendisine meseleyi açtım. Evvela inkar, sıkıştırınca itiraf. Hem de bütün tafsilatiyle"
Şimdi yine hanımefendinin ağzından zevcinin hayat felsefesini dinleyelim:
"İnsan yorulduğu zaman bir yorgunluk kahvesi içer, bir sigara tellendirir, bir kadeh içki yuvarlar. Bu ufak macera da bana bir parça huzur ve neşe veriyordu. Bunu izam etme. Kadınlık gururun müsamahakar olmalı. Şuurun hissine mağlup oluyor. Nihayet bir genç kızdı. Ruhumu okşayabilecek bir hususiyeti vardı. Bana bir çeşni, hayatıma bir garnitür, bir oyalama oluyordu. İçkim, kumarım, zamparalığım yok (bu zamparalık değilmiş). Bu ufak maceradan da zevk duyuyordum, işte o kadar."
Öyle ya, şimdi içilecek yorgunluk kahvesi yok. Elli beşlik tiryakiler ne yapsınlar! Genç kız dudaklarının kadehinde aşk likörü içiyorlar. Peki beyefendi! Kadınların canı yok mu? Onlar kahve istemezler mi? Kahve bulamazlarsa, komşudaki delikanlının dudağından aşk şarabı mı içsinler? Yok! Bu hak yalnız erkeklere mahsus. Onlar fazla yoruluyorlar.
Ne ise, bu aşağılık ifadelerden sonra beyefendi sevgilisinden ayrılacağına dair Kur'an'a el basarak sevgilisinden ayrılacağına yemin eder. Fakat 15 gün sonra yorgunluk kahvesi yerine memnu şarabı içmeye devam eder.
Beyefendinin ahlak dışındaki bu seyahatlerinden sonra karısına söylediği söze bakınız:
-Karıcığım, bu macera karşı kapı olduğu için seni fazla incitti. Sana olan sevgim hiç eksilmemek şartiyle, etrafın duymayacağı bir maceram olursa yine bana kızar mısın? Yoksa bir olgunluk gösterip müsamahakâr davranır mısın?
Hanımın cevabı:
-Erkeklerin belki yüzde yetmiş kadarı bu işleri yapar, fakat hiçbirisi karısından müsaade alarak böyle halt etmez. Yapacağın varsa bana sezdirmeden yap.
-Ben riyakarlık sevmem, vicdan azabı duyarım.
-Peki. Bir senedir nasıl riyakarlık yaptın? Bu teklifine müsamaha edecek kadın var mıdır?
-Bulunur ve üç şekilde: Ya kocasını lazım olduğu kadar sevmez ya da kendisi de ayrıca eğlenmek ister. Üçüncüsü de kocasını çok sevdiği için müsamaha eder, sen üçüncü kategoridesin.
Şimdi bu hanımefendi, beyefendisiyle mutabık kalarak, bu meselede hangisinin haklı olduğunu öğrenmek için bana müracaat buyurmuş.
Cevabım:
1. Sevgi karşılıklı olur.
2. Sadakatsiz sevgi olmaz.
3. Kocanın çapkınlığına müsamaha eden bir kadının sevgisi de o çapkınlık kadar adidir.
4. Huylu huyundan vaz geçmezse ayrılmak bu aşağılıklığa katlanmaktan daha hayırlıdır.
Milliyet, 1958
Peyami SAFA
Peyami SAFA
Kaydol:
Yorumlar (Atom)