An kaçıyor
Yakalamak namümkün. Tadını alamadan, mazi ve akıbet ile olan münasebetinden doğan senfoniyi dinleyemeden, hele bir soluklanıp dinlenemeden an kaçıyor.
Yelkovanlar yuvarlağın çevresindeki ufak çentiklerde koşturup, akrebi süratle kovalıyor.
Dur durak bilmeden, azgın ve atik biçimde ilerliyor.
Akrep; pek ürkütmeden, yuvarlağın çevresindeki rakamlara uğruyor. İki çay içip sohbet etmelik, hasta ziyaretine gitmelik, kaçırılan otobüsün sonraki seferini beklemelik bir vade dolduğunda sessizce kalkıyor. Çaylar bitince, “nasılsın” sorusu “daha daha” diyerek pekiştirilince, ziyareti kısa olan hastanın göz kapakları düşünce, otobüs gelince, e yelkovan da hayli kudurunca akrep usulca bir diğerine yol alıyor.
Küçük kutunun içinde vaziyet bu amma, o esnada
bebeler boy
hapisler volta
aşıklar kavuşmaya can atıyor
Kimine tez kimine uyuşuk davranıyor zaman. Sayınca çabuk geçermiş ya, bekleyen mahsustan sayıyor.
Benim anamın babamın alnına kırık taç, başına kırlar düşüyor. Yelkovan azdıkça, akrep uydukça, takvimden yaprak düştükçe yaşlanıyor benim anam babam.
Zaman daralıyor, ana yetişmesi mümkün olmadığından beynim geleceği kovalıyor.. İçimde ukde kalmaması için, “canım” diyerek, bastırarak sarmalayıp gözlerimi yumuyorum. Yetişemediğim andan kaçmak için, gözlerimi yumuyorum. Yoğunluk olunca doyumsuzluğum gidecekmiş gibi bir hissi sabitim var, boğuşsam da atamıyorum
Fotoğraflar yâdımı tatlandırıyor, doyamadığımı koklatıyor, vermese de gösteriyor. Avutuyor beni fotoğraflar.
Beni kağıdın pürüzsüzlüğünden, çeşitli renklerden koparıp ayrı bir muhteva alemine savuruyor.
Bana maddeyi, bana kendimi unutturuyor
Beni iştahım
veda
ölüm
hele o azgın yelkovan, en çok o, en çok o korkutuyor
An kaçıyor